Geçmişe İlerlemek

-
Aa
+
a
a
a

 

Ömer Madra: "Son Kumsal" filminin yönetmeni Rüya Köksal ve o filmde çok önemli bir varlığı olan Temel Reis (Temel Çabuk) bir de Ordu'da kumsallarına sahip çıkanların sözcülerinden Enis Ayar'la çevre odaklı bir söyleşi gerçekleştirmeye çalışacağız. Hoşgeldiniz.

 

Rüya Köksal: Hoşbuldum.

 

ÖM: Yeni bir filmin içindesiniz galiba; ama bugün eski filminizin özneleriyle birlikteyiz. Son Kumsal'ın Temel Reis'i de takasını yaptırıyor, şimdi bizimle beraber, hoşgeldiniz.

 

Temel Reis: Hoşbulduk.

 

ÖM: Enis Ayar hakkında siz bize bilgi verirseniz mutlu oluruz.

 

RK: Burada bulunma sebebimiz, geçen yıl Son Kumsal'ın çekimlerinden sonra sesimizi duyuran Açık Radyo ile güzel bir olayı paylaşmak. 250 kişinin katkılarıyla, Temel Reis'in kırılan takası tekrar yapıldı ve önümüzdeki ay taka denize inecek. Biz bu yeni belgesel projemizin ismini "Geçmişe İlerlemek" koyduk. Enis Ayar, bu projenin kahramanı. Temel Reis'in takasının tekrar yapımı sürecini kaydettik ve yeni filmde bunu bir metafor olarak kullanacağız.

 

ÖM: Yani Son Kumsal'ın konusu buraya aktarılmış oldu, bu yeni filmde devam ediyor.

 

RK: Evet. Öyle bir konu ki peşimizi bırakmıyor ve içine çekti bizi ve biz Karadeniz'den asla kopamıyoruz. Bunun bir sosyal sorumluluk projesine dönüşmesiyle beraber, Batı Karadeniz'e yaptığımız yolculuk ve film gösterimleri sırasında pek çok insanla tanıştık. Onların hikâyelerini dinledik ve onlara ses vermek istedik. Yeni filmimizde onlar da var. Sinop Nükleer Karşıtı Paltformu'ndan Hâle Hanım var, Prof. Taner Sıtkı Uyar da rüzgâr enerjisi ve güneş enerjisinden bahsedecek filmde. Yeni termik santrallere ve bu ölçüsüz kalkınma projelerine itirazı olan insanların seslerine kulak vereceğiz. Temel'in takasının yapım  süreci de metafor olarak kullanılacak; yani insan eliyle mahvolan doğa karşısında, yine insan eliyle bir şeyin tekrar yapılışının, onarılmasının metaforu olarak kullanılacak. İstersek, yok ettiğimiz gibi tekrar üretebiliriz ve dönüştürebiliriz de.

 

ÖM: En önemli hikaye ve genellikle gözden kaçırdığımız şey de bu aslında. Teslim oluyor ve "nasıl olsa bu işin önlenemez" diye düşünüyor insan ve bu da zaten sonun başlangıcı oluyor; ondan sonra önleyemez hale geliyorsunuz öyle düşündüğünüz için, ama siz aslında her iki filminizde de bence bunun önlenebileceğini de gösteriyorsunuz. Bu film çevresinde örgütlenen direniş de çok iyi umut veriyor insana doğrusu.

 

RK: Kesinlikle. Enis Ayar'ın da burada bulunma sebebi de zaten bu. Kendisi bu direnişi başlatan kişi. Dezenformasyon yüzünden, Doğu Karadeniz'de neler olduğunu hiç birimiz bilmiyorduk ve bir belgeselci olarak bunun suçluluğunu hissediyoruz; çünkü kendi memleketimiz olduğu halde, yolun asıl projedeki gibi arkadan geçeceğine biz de inanmıştık, ama Enis Ayar bunu önceden hissetti ve bir önlem aldı, binlerce insan Ordu'da onun peşinden gitti ve sahillerini vermediler.

 

ÖM: Biraz da sizden dinleyebilir miyiz Enis Bey? Hoşgeldiniz!

 

Enis Ayar: Merhaba, hoşbulduk. 94 senesinin Eylül'ün başlarında, Ağustos'un sonunda, Giresun, Bulancak'ın, Piraziz'in başına gelenler bizim de başımıza gelecek, bizim de sahilimizi doldurup geçecekler duyumunu alınca, hemen bende şimşekler çaktı ve çok büyük bir huzursuzluk başladı. Çok yakın olduğum, çok da iyi dostum olan Taner Aksoy'a, gittim. Taner Aksoy BTV televizyonun kurucularından. Hemen orada bir program yaptık ve Ordu Gazeteciler Derneği Başkanı Tuncer Engin'e ulaştık. Bir de –Allah rahmet eylesin- Osman Kurtuluş diye, 90 santim boyunda, ama 90 metre boyu da yerin altında bir gazeteci dostumuz vardı, -büyük bir insan-, onunla da araları biraz açıktı ama böyle bir meselede kesinlikle biraraya gelebileceklerini düşündüler ve bu konu da vesile oldu barışmalarına. Bu işi Ordu Gazeteciler Derneği üstlendi, biz geri plana çekildik. Ordu  Gazeteciler Derneği bünyesinde, yine rahmetli, duayen gazeteci Alaattin Benal'ı da yanımıza alarak bir komisyon oluşturduk ve ne yapacağımıza karar verdik. "Muhakkak bir gösteri yapmamız lazım bilinçli bir şekilde" diye düşündük ve önümüzde Alaattin Benal'la, Ordu Gazeteciler Derneği adına, Ordu'daki bütün STK'ları, resmi daireleri, yani 3-5 kişinin biraraya geldiği her yeri 20 gün müddetince dolaştık. Ordu Gazeteciler Derneği o zaman en güçlü kuruluştu, bence hâlâ da çok önemli. Hep dolaştık ve ne yapacağımızı izah ettik. El ilanları bastırdık, o ilanlarda başımıza gelecekleri anlatmaya çalıştık. 25 bin'e yakın el ilanı dağıttık ve 24 Eylül 1994 günü, gösteri günü geldiğinde rıhtıma gittik, Taşbaşı mahallesinin Keçiköy'le birleştiği yer; Ordu sahili oradaki rıhtımla başlıyor. Yürüyüşü saat 3'te başlatmayı düşünmüştük ve biz erkenden gittik ki kimse yok ve ortalık polis kaynıyor.

 

ÖM: 15 sene önce! Çok öncü olduğunuzu söylememize izin verin lütfen.

 

 EA: Birazdan baktık ki insanlar gelmeye başladılar ve pusetlerinde, omuzlarında çocuklar, kadın, erkek, çoluk, çocuk, 10 bin'e yakın insan toplandık yarım saat içerisinde. Böyle birdenbire geldiler.
Enis Ayar ve Temel  Çabuk Açık Radyo'da 

Bir şeyi vurgulamak istiyorum; bilinçli olmanın çok faydası var, biz yürüyüşü yaptık ve dedik ki "arkadaşlar Karadeniz yolunu kesinlikle kapatmayalım." Yani aslında, "şu anda kapatmıyoruz ama istersek kapatırız, şu anda o gücümüz var" imajını vermek istedik. Hatta bazı arkadaşlar "yolu kapatalım" dediler, -arada provokatörler de oluyor biliyorsunuz- onları önleyerek, rıhtımdan belediyenin karşısındaki Atatürk anıtına kadar yürüdük, anıta çelenk koyduk. Bu arada benim bir Wolkswagen'im vardı arkası açık, onun üzerine Hasan Can arkadaşımız bir sistem kurdu, müzisyen arkadaşlarımız da şarkılar, türküler söylediler. Böyle bir şenlik havasında yürüdük.

 

ÖM: Harika!

 

EA: Çelengimizi koyduk ve ondan sonra dağıldık, ama işin peşini yine bırakmadık.

 

ÖM: Ben de onu soracaktım, bu çok önemli.

 

EA: Mesela ertesi günü ne yaptık? Bir komisyon oluşturduk. Ünal Yıldız arkadaşımın da çok büyük katkıları var, beraberce güzel bir komisyon oluşturduk. Sonra şantiyeye gittik, işçilere baklava götürdük, şantiye şefi mühendis arkadaşımıza çiçek götürdük, dedik ki; "Bizim sizinle bir sorunumuz yok, biz size karşı değiliz, siz işinizi yapıyorsunuz, ama biz de şehrimize sahip çıkıyoruz. Yani biz hep burada olacağız, bunu bilin!" dedik. Sonra birdenbire kestiler, hiçbir ses çıkmadı, taa ki 2001 yılına kadar. Bu arada pek çok toplantılara katıldık Trabzon'da filan. Trabzon Mimarlar Odası, İstanbul'da bir kaç toplantı yaptılar, o zamanki Ordu belediye başkanını aldık, toplantılara katıldık. Orada çok enteresan şeyler öğrendik. Özellikle ANAP döneminin belediye başkanları tarafından artık canı yanmaya başlamış olan belediye başkanları tarafından; Sayın Mesut Yılmaz, firmaları çağırıyor ve diyor ki; "işte para, işte Karadeniz ve yol yapın, nasıl yaparsanız yapın." Ne proje var ne başka birşey; bunu söyleyen onun belediye başkanları olduğu için rahatlıkla söylüyorum. Tabii ne oluyor, "en kolay nasıl geçeriz, en kolay nasıl para kazanırız?" diyerek, Karadeniz yolunu yapmaya başladılar. Kimse de direnmediği için istedikleri gibi geçtiler. Bu katliam böylece başladı. Hatta o kadar enteresan şeyler oluyor ki bu toplantılarda, su ürünlerinden bir profesör hoca çıktı dedi ki; "Bu koylar dolduruluyor, sadece çevre kirliliği yapıyor, görüntü kaybı oluyor zannediyorsunuz; hayır efendim, bir insanın ağzını, burnunu nasıl tıkarsın nefessiz bırakırsın, bu koyları doldurmak da deniz için aynı şey. O dalgalar sahile vurdukça, o kayaların üzerine vurdukça nefes alıp verir deniz. Yani denizin nefes yollarını tıkıyoruz" dedi. Bunun gibi bir sürü zararlarından bahsetti.

 

Geldik 2001 yılına. 2001 yılına kadar her tarafı geçtiler, bizim Ordu sahili köstebek yuvası gibi, Belediye yapamıyor çünkü Karayolları'na bağlı, Karayolları yapmıyor, 'illallah' desinler de biz buradan gidelim diye.

 

ÖM: Yılmanız için.

 

EA: Hatta çok karşı koyanlar oldu, arabalarımız mahvoldu filan diye, ama kesinlikle vazgeçmedik. Fakat 2001 yılında yine bir duyum alınca, zamanın ticaret odası başkanı Ömer Aydın sağolsun, onun yardımıyla güzel bir çağrı yaptık. 2 ANAP milletvekili, 1 MHP milletvekili, o zamanki valimiz Kemal Yazıcıoğlu, Karayolları bölge müdürü ve basın mensupları ile karayollarında bu işi nihai noktaya getirecek bir toplantı yaptık 2001'de. Bayağı ciddi tartışmalar oldu; Karayolları geçmek istiyor, biz diretiyoruz, vali ortada, belediye başkanımız orada... Ben Karayolları'nın bölge müdürüyle yanyana oturuyorum toplantıda, ne o konuşuyor ne ben konuşuyorum, o da bir şey söylemiyor takip ediyoruz toplantıyı. Karayolları'nı temsilen insanlar var. Benim elimde, daha önceden afiş olarak düşündüğümüz broşür gibi bir şey var. Çıkarken "Sayın müdür, bunu okuyun da sonra görüşürüz" dedim. Üzerinde şöyle yazıyor: "Karayolları, size güvenmemiz için bize bir tane sebep gösterin, Giresun mu, Piraziz mi, Gülyalı mı?" Buralar koyları doldurulan bitişik kasaba ve vilayetimiz. "Bunları gördükten sonra size nasıl güvenelim, size güvenmiyoruz ve bunun tek çözümü var o da çevre yolu. Sizi buradan sokmayacağız, bunu bilin ve hâlâ sözümüzün arkasındayız" diye.. Orada nihai noktayı koyduk ve ondan sonra bizim sahilimizi doldurmadan, sahilin normal yolunu yaptılar ve sahil yolundan geçemeyeceklerini anladılar.

 

ÖM: Yani 14 yıllık bir mücadeleden bahsediyoruz.

 

EA: Tabii. Ordu halkının bir özelliği vardır, biz hep muhalefetteyizdir, hiç iktidar belediye başkanımız olmadı bizim, hep muhalefettir, hep tavırlıdır, ama Ordu halkı da çok büyük bir özveride bulundu. Ordu Gazeteciler Derneği, bütün siyasi partiler, sağı, solu, ilericisi, gericisi dahil olmak üzere, kesinlikle bir ayrım olmadı. Enteresan bir durum, hep tek yumruk olduk, sonuçta da Karadeniz'de hemen hemen sahilini kurtaran tek yer biziz. Fakat şu anda olay bitmiş değil, şimdi batı Karadeniz'i aynı tehlike bekliyor.

 

ÖM: Onu konuşmuştuk zaten.

 

EA: Ben 2000 yılında İstanbul'dan yürüyerek geldim, Şile'den çıktım 34 günlük bir yürüyüş yaptım ve bütün sahili yürüyerek geldim. Oradaki öğle molalarımda, akşam molalarımda kahvelere uğradım, mümkün olduğu kadar görebildiğim insanlara durumu anlattım. Çünkü büyük bir ekonomik sıkıntı var, çünkü yol yok, iz yok. Cide'yle İnebolu arasında çok güzel koylar, yollar vardır, hiç gittiniz mi bilmiyorum, orası Karadeniz sahil yolu esas, ama 20 dakika boyunca, sağlı sollu bir arabanın bile geçmediğini gördüm. O yol bu kadar sakin, bambaşka bir dünya orası, ama oradaki insanlar diyorlar ki; "aman yol geçsin, koylarımız dolsun, herşey bitsin, ama para gelsin." Böyle bir beklenti var haliyle, çünkü çok büyük yoksulluk var, ama ben oralarda mümkün olduğu kadar izah etmeye çalıştım.

 

ÖM: Müthiş bir hikâye tabii sizinki. Aslında neyle meşgul oluyorsunuz?

 

EA: Ben meyhaneciyim.

 

ÖM: Harika. Bir de hikâyenin öbür tarafına geçelim ve biraz da Temel Reis'ten bahsedelim.

 

Temel Reis: Biz Enis abi gibi mücadele edemedik, bizi kandırdılar sahillerimizi kaybettik. Bizim sahillerimizi doldurdular, kumu aldılar, yerlerine taş koydular, biz tamamen kandırıldık yani, herhangi bir şeyimiz yok, bizim sahilimiz kalmadı. Bunlar mücadele ettiler, gelecekte inşallah başkaları da kendi sahillerini kazanırlar. Ama ben de takamı kazandım. Bana yardım eden tüm herkese söylüyorum, Rüya Hanım ve Aydın Bey, herkes Karadeniz'de bir takası var diye bilsin, istediği zaman gelsin, ekşilisinden tut da balığına kadar herşeyi yedirip, içirip, herkesi memnuniyetle ağırlamak isterim.

 

RK: Yeni sloganımız bu, Temel Reis'in takasının yapım sürecinde bize maddi, manevi destek veren herkese bir davetimiz var, "Karadeniz'de bir takanız var, yolunuz oraya düşerse, Temel Reis'e uğramadan, onun ekşilisini, balığını yemeden gitmeyin" diyoruz.

 

ÖM: Son Kumsal'ı seyreden herkes, Temel Reis'i filmden tanıyor. Sizleri Açık Gazete programında da konuk ettiğimiz zaman da uzaktan da olsa hikâyesini dinlemiş ve gayet yakından hissetmiş ve duymuştuk. Bir kez daha hatırlatalım mı, ne olmuştu?

 

RK: İsterseniz kendisi söylesin.

 

TR: Benim kayığım denizde limandaydı, liman da ön tarafta dolduğundan, denize ulaşmam mümkün değildi. Denize ulaşamadığımız için taşların üzerinden kayığı alalım, kamyona koyup getirelim dedik. Taşların arasında bir şeyler döktüler, liman gibi bir yer yaptılar. Kayığı yükledik, ama indirmeyi başaramadık. Orada tamamen bir tesadüf olarak Aydın Bey'e ve Rüya Hanım'a çattık. Biz kayığı indirirken kırıldı.

 

RK: Biz o sırada çekim yapıyorduk.

 

TR: Aydın Bey'le Rüya Hanım'ın fotoğraf çektiğini gördüm. Ben belgesel olduğunu bilmiyordum, herhangi bir bilgim yok. Daha sonra belgesel olduğunu öğrendik ve bu şansımdan da takamı geri kazandım.

 

RK: Orada çok üzüldüğünü gördük onun ve bir hırsla, gün batana kadar o takayı parçaladı. Esasında o onun emektar takasıydı, 30 yıllık bir takaydı ve çok sevdiği her halinden belliydi, ama onu düşürüp kırdığı zamanki o üzüntüsünü, o öfkesini gördük. Oturdu o kayaların üzerinde, kocaman taş yığınının üzerinde, onu parçaladı bir gecede. Ertesi gün oradan geçtiğimizde sadece bir iskelet vardı ve biz bundan çok etkilendik ve Temel Reis'le görüşmeye başladık.

 Zaten "Son Kumsal"'ı Temel Reis'in şu sözüyle bitiriyoruz; "ben ne olursa olsun bu takayı yapacağım, ellerimle tekrar yapacağım, gelirseniz, görürsünüz gelecek sene."
Temel Reis ve takasını yapan Turan Usta 

 

 

Zaten "Son Kumsal"'ı Temel Reis'in şu sözüyle bitiriyoruz; "ben ne olursa olsun bu takayı yapacağım, ellerimle tekrar yapacağım, gelirseniz, görürsünüz gelecek sene." Biz onu biliyorduk ki kolay kolay yapamayacak bu takayı ve sizin de desteğinizle bu taka şu anda denize kavuşması için son günleri sayıyor.

 

ÖM: Siz Rize'lisiniz değil mi?

 

TR: Trabzon'luyum.

 

ÖM: Her ikisi de olağanüstü birer hikâye. Sizinki de maalesef o karayolunun yapılmasının engel olunamadığı bir hikâyenin parçası, ama yeni bir mücadelenin de doğmuş olduğunu görüyoruz. Karadeniz'e çok yakışan bir hikâye. Adınız da öyle...

 

TR: Dedemiz, babamız öyle koymuş ismimizi, dedemin ismi de Temel'di, ama daha takmıyorlar, şimdiden sonra, Temel kalktı yani. Ama biz kazanamadık, yani kaybettik, sahilimizi kaybettik gerçekten. Şimdi biz yüzmek için aşağı yukarı 2-3 kilometre ilerilere gidip denize giriyoruz. Mesela en çok denize giren insanlardan beni bilirim, günde diyebilirim ki ben 10 defa da girerim, devamlı denizdeyim. Bana derler "yahu senin üstün kurumayacak mı kardeşim?" Denizle haşır neşirim, yani devamlı giren çıkan insanım, seven bir insanım bunu, çocuğumu sevdiğim kadar denizi de severim, o kadar tutkunum, ama kaybettik kendisini. Bize dediler ki taş duvar yapıp kenarına teller koyup kumsal yaptıracağız ama yapmadılar, 100 metre ileriye kadar tamamen denizin kenarını doldurdular. Aşağı yukarı bizim denizin dolan yerde 3-4 metre derinlik var. Yani burada kumun olması mümkün değil. Yani denizi kaybettik.

 

ÖM: Takanız denize indikten sonra da epey yol yürüyüp...

 

TR: Bir yerimiz var, fakat diyelim ki bir fırtınaya yakalandığımız zaman limana inemezsek canımızı kurtarmamız zordur. Ben 70'li yıllardan beri balıkçıyım, 70'li yıllarda denizde bir fırtınada battım, ama aslında kayık batmaz tamamen, su dolar, o zaman kayığı bırakıp, kıyıya geldiğim zaman kumun üstüne kadar çıktım ama şimdi o şansım yok. Gelecek olduğum yer taştır, vurduğum zaman ben de parçalanırım, kayığım da.

 

ÖM: Ayrıca deniz o taşları da parçalıyor değil mi?

 

TR: Tabii taşlar kumun üzerine durduğundan devamlı altını oydukça, kum çekildikçe taş düşüyor. Bir tane taş oynadı mı zaten, hani "bir çivi çıktı mı mal kopar" gibi, hepsi dökülür gider. Aşağı yukarı 10-15 sene, bakarsın 5 sene içerisinde büyük bir deniz bütün yolu yıkabilir. Enis abi bilir bir sene büyük bir fırtına yaptı Giresun'da, buğday konulan siloları yıktı, yolu yıktı.

 

EA: Ordu'da fenerleri falan yıktı.

 

TR: İnşallah yine olmaz, olursa yıkılır, yani gider.

 

EA: Her 9 senede bir oluyor.

 

ÖM: Sizin hemşeriniz Trabzon'lu bir programcımız var, meteorolog Prof. Mikdat Kadıoğlu, o da bu kumsal doldurulunca, gayet net olarak söyledi; "deniz geri alacaktır bu yolu" diye. Bilimsel olarak anlattı.

 

EA: Almasını bekliyoruz.

 

ÖM: Müthiş bir israf, yazık, sadece küçük bir grup insanın kâr etmesini sağlayacak bir proje gibi görünüyor.

 

EA: Aslında bu yol bizim değil,  Trabzon, Of, Rize, Ordu için yapılmadı; bu bir dünya ticaret yolu ve bu yolu dünya finanse ediyor. Burada en önemli hata, baştakilerin işi ciddiye alıp bir plan, proje yapmaması. Yoksa dünya diyor ki; "bana yol yap, ama nasıl yaparsan yap, işte para!" Dedim ki; "Bu yolları bize yapmıyorlar, bu dünya ticaret yolu. Türkiye'de de her zaman işler şirketlerin en fazla kâr edeceği şekilde yapıldığı için, sonuçta Karadeniz sahilini yok ettiler. Karadeniz'de deniz yok oldu, bir de yaylalardan bahsediyorlar, yeşil yayla, öyle bir şey yok.

 

ÖM: O da gitti.

 

EA: Tabii, yaylalar sararmağa başladı. Diyorlar ki; "15-20 sene sonra Karadeniz'de yaylalarda hayat olacak," yok öyle bir şey, şu anda Karadeniz'de çok kötü, çok çirkin, bilinçsiz bir yapılaşma var. Karadeniz'de çok kötü bir tarım politikası var. Eğer bu kötü tarım yapılaşma politikası değişmezse ve bunun bir an evvel önüne geçilmezse çok vahim sonuçları olacak. Sayın Mikdat Kadıoğlu bir öğretim görevlisi ve bilim adamı olduğu için ben kendisini yakından izliyorum; bence fazla kibar davranıyor. Gerçekten yüreği yanıyor, ama belki panik yapmamak için çok kibar davranıyor, ama şu anda panik durumunda olmamız lazım. Eğer en kısa zamanda Türkiye'de çevre seferberliği ilan edilmezse -Türkiye'de ve ön Asya'da- çok ciddi söylüyorum, Türkiye'nin geleceği yok, Karadeniz'in geleceği yok. Bizim sorunumuz ne ekonomik, ne Ergenekon, ne siyaset. Türkiye'nin bana göre en önemli sorunu çevre sorunu. Türkiye'nin çevre seferberliği ilan etmesi lazım. Ben bilim adamı değilim, çok rahat konuşuyorum, ama dediğim gibi Mikdat Kadıoğlu'na buradan sesleniyorum, içini biraz daha döksün diyorum.

 

ÖM: Cuma günü programı olacak. Bir de ayın 25'inde küresel iklim değişikliğine karşı "Başka bir enerji ve başka bir dünya mümkün" adı altında Kadıköy'de kalabalık olacağını ümit ettiğimiz büyük bir eylem var. Onu da hatırlatalım.

 

RK: 26'sında da Sinop'ta aynı şekilde bir gösteri olacak.